Cübbeli darbe

Bu konuyu okuyanlar

tugbagaleri

Profesör
Katılım
13 Mayıs 2006
Mesajlar
2,224
Reaksiyon puanı
46
Puanları
48
Ben Kanadalı bir sendikacının bir sözünü çok severim.
“Güçlülük, hanımefendilik gibidir” der, “öyle olduğunu söylemek zorunda kalıyorsan, öyle değilsin demektir.”
Bizim yargı sistemi kendini parçalıyor, “ben güçlüyüm ve saygıdeğerim” diye.
Öyle olmaları gerekir.
Saygıdeğer olmayan, güçsüz bir yargı kendi toplumu için en büyük sorundur çünkü.
Ve saygıdeğer olmak çok kolaydır.
İşini iyi ve doğru yaparsan saygıdeğer olursun.
Yapmazsan kimse saygı göstermez sana.
Dün Yargıtay, bir hukuk kurumundan ziyade bir askerî kuruma yakışacak tonda bir “muhtıra” yayınladı.
Üslubu, hedefi ve amacıyla evrensel hukukun neredeyse bütün kriterlerini çiğneyen bir Yargıtay, mantık ölçülerini kaybetmiş olmalı.
Bizim yargıçlar sanıyorlar ki o süslü cübbelerini giydikleri zaman, üstlerine kendilerini hukuktan, yasadan koruyacak bir zırh geçirmiş oluyorlar.
Öyle bir zırh yok.
Yargıç suç işleyemez.
Yargıç yasaya ve hukuka uymak zorundadır.
“Ben Yargıtay’ım canımın istediği suçu işlerim, kimse de bana karışamaz” düşüncesi, toplumu bu kadar zorladığınızda ciddi bir yanılgı olur.
Ve, bunun hukuksal bir bedeli vardır.
Parlamento’nun egemenliğine karşı çıkmak, Parlamento’daki üç partinin yasalara uygun bir şekilde Anayasa maddesini değiştirmesini “muhtıralarla” engellemeye kalkışmak ciddi bir suçtur.
Bu, silah yerine cübbe kullanılarak yapılmış bir darbe girişimidir.
Parlamento, halkın iradesini temsil eder.
Bu iradeyi nasıl kullanacağı anayasa ve yasalarla belirlenir.
Anayasaya ve yasalara uygun bir parlamenter eylemi durdurmaya kalkışmak hakkı kimseye verilmemiştir.
Yeryüzündeki hiçbir parlamento, kararlarını Yargıtay’a beğendirmek zorunda değildir, Yargıtay yargıçlarının fikirleri, inançları sadece kendilerini ilgilendirir... Bir yargıçlar grubunun parlamentoya “sen benim gibi düşünmek zorundasın” demesi için çıldırmış olması gerekir.
Zaten muhtırada kullanılan ifadeler ciddi bir mantık zaafının bütün işaretlerini taşıyor.
Şu cümleye bakın:
“Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleri korunur gibi görünse bile başka maddelerde yapılacak değişikliklerle Cumhuriyet’in temel ilkelerinin zaafa uğratılmasının benimsenemeyeceği...”
Bunu ciddi bir hukukçu yazamaz.
Ne demek “Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleri korunur gibi görünse de...”
O hükümler ya korunuyordur ya da korunmuyordur.
“Korunuyor gibi görünüyorsa” hukuk kriterlerine göre “korunuyor” demektir ve yargıçlar buna karşı çıkamaz.
“Koruyor gibi görünüyorsun ama ben senin niyetinden şüpheliyim” türünden bir yaklaşım hukukun içinde yer almaz ve Yargıtay hukukun içinde yer almayan terimlerle “muhtıra” yazamaz.
Ayrıca, “yargı etkilenmesin” diyerek, Anayasa Mahkemesi tarafından görülen bir davaya “muhtırayla” müdahale etmeye kalkışmak da ayrı bir suç teşkil eder.
Hükümeti, Parlamento’yu, Yargı’yı aşağılayan bir Yargıtay muhtırası, hukukçuların da dediği gibi, 301. maddenin göbeğine oturur.
Bu muhtırayı yazan ve yayınlayan bütün Yargıtay üyelerinin de yargılanması gerekir.
Bir başkası için suç olan, onlar için de suçtur çünkü.
367 kararından önce ordunun yayınladığı 27 Nisan muhtırası neyse, türban yasası ve kapatma davasından önce yayınlanan bu muhtıra da odur.
Amacı toplumun istikrarını bozmak, yasal kurumların işleyişini engellemek ve mahkeme kararını etkilemektir.
Peki, Yargıtay böyle bir suçu işlemeyi neden göze aldı?
Sanırım, Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can’ın “türban yasası” konusunda yazdığı rapor ve bu raporun kamuoyu tarafından duyulması, Türkiye’yi “halkı” işin içine katmadan yönetmek isteyenleri panikletti.
Bu, bir paniğin işareti.
Demokrasiyi önlemek için ellerindeki son “bahane” olan türbanı da kaybedeceklerini düşünmek onları “sınırı geçmeye” zorladı.
Ve, sınırı geçtiler.
Darbenin ve suçun alanına girdiler.
Toplum, kendi iradesini yok saymaya kalkan 27 Nisan muhtırasına verdiği tepkiyi bu muhtıraya da verecektir.
Muhtıralarla bu ülkeyi yönetebileceklerini sananlar artık bu dönemin bittiğini anlamak zorundalar.
Bu son muhtırayla “dibe vuran” hukuk sisteminin sanırım bundan sonra radikal bir biçimde çağdaşlaştırılıp, evrensel hukuka göre şekillendirileceği bir döneme gireceğiz.
Ondan sonra “saygıdeğer” bir Yargı’mız olacak.
Muhtıralarla kendi toplumunu utandıranlar, yitirdikleri saygıyı bir daha asla bulamayacakları bir biçimde sistemin dışına çıkarılacaklar.
Ve, kendimizle ve Yargı’mızla övünebileceğimiz bir toplum olacağız.

Ahmet Altan / Taraf

 

bulmeh

Profesör
Katılım
26 Temmuz 2007
Mesajlar
1,653
Reaksiyon puanı
14
Puanları
38
Düşüncelere gem vurulamaz ki? 'Sen bunu kasdettin', 'bunu demek istedin', 'içinden böyle düşünüyorsun' gibi ihtimaller üzerine kurgularla veya korkularla yargılama yapılmaması gerekir, ama ...?.
Gerçi bunu kimileri, 'yargıdan sert cevap' olarak görür, kimileri 'yargısal darbe' olarak görür/görebilir.
Bence, yazar güzel açıklamış, 'hay Allah razı olsun! ellerin dert görmesin' diyorum.
tugbagaleri'ye de teşekkürler.
 
Üst