Bir boş koltuk

Bu konuyu okuyanlar

*SiRiNe*

Müdavim
Katılım
22 Kasım 2007
Mesajlar
5,336
Reaksiyon puanı
2
Puanları
0
Önceki gün Sofya’da İvan Vazov tiyatrosunu gezdim. 1907’de Bulgar milli tiyatrosunun mabedi olarak inşa edilmiş bu muhteşem salonda dolaşırken koltuklardan birinin diğerlerinden farklı renkte olduğunu fark ettim.
Önden 5. sırada sağdan 4. koltuk, kırmızı kadife dişler arasında sarı bir yaldız gibi parıldıyordu.
Sorunca, bunun Bulgarların ünlü yazarı İvan Vazov’un hep oturduğu koltuk olduğunu öğrendim. O tiyatroda nice oyunu sahnelenmiş olan yazar öldükten sonra her daim oturduğu koltuk, anısını yaşatmak için farklı renkte kumaşla döşenmiş ve öldüğü 1921’den beri her gösterimde boş tutulmuştu.
* * *
Salonun bizim için asıl önemi, genç Mustafa Kemal’in Sofya’da görev yaptığı dönemde ilk opera izlediği yer oluşu...
Çoğu kitapta o opera eserinin Carmen olduğu yazar.
Oysa Sofya’da buluştuğum Bulgar opera tarihçisi Rosalia Biks, eşsiz arşivinden çıkardığı bir afişle, Türk askeri ataşesinin ilk opera izlediği günü ve izlediği eseri aydınlattı:
19 Mayıs günü... Giuseppe Verdi’nin Aida operası...
Mustafa Kemal, opera çıkışı oteline döndükten sonra gece yarısı, arkadaşı Zümrezade Şakir’i uyandırmış ve şöyle demişti:
“Şakir, Balkan Harbi’nde mağlup olmamızın sebebini bu gece daha iyi anladım. Ben bu adamları çoban diye bilirdim. Halbuki baksana operaları, sanatkârları, müzisyenleri, opera binaları var.”
Cumhuriyeti kurunca ilk yaptığı işlerden biri, genç sanatçılara opera sipariş ettirmek olacaktır.
* * *
Atatürk’ten sonra bu ideali İnönü devraldı. Konservatuar açıldı. Devlet Tiyatrosu kuruldu. Başına Muhsin Ertuğrul gibi bir usta getirildi.
Tiyatroyla birlikte operayı da yöneten Ertuğrul, bir sanat mabedi inşa etti ve orada nice değerler yetiştirdi.
Onlardan biri de Leyla Gencer’di.
Türkiye’nin dünya çapındaki tek Diva’sı, 1940’lar Ankara’sının o sanat ikliminde, savaşta bir daha yenilmemenin yolunun o sahnelerden, perdelerden geçtiğini bilen bir zihniyetle yetişti.
1950’lerde o zihniyet gömülünce önce Ertuğrul koptu tiyatrodan, sonra Gencer ve niceleri...
Gittiler ve kıymetlerinin gerçekten bilindiği coğrafyalarda hak ettikleri gibi kıymete bindiler.
* * *
Leyla Gencer’le tanışmamı Zeynep Oral’a borçluyum.
Geçen yaz Fazıl Say’ın büyük şef Zubin Mehta ile vereceği konseri izlemek üzere Floransa’ya gitmiştik.
Tam o gün, Gencer’in İtalyan tenor Caruso adına verilen onur ödülünü alacağını öğrendik.
Zeynep Oral, Nebil Özgentürk, Ahmet Say ve ben, “La Diva Turca”nın (“Türk Divası”nın) son ödül törenine tanıklık ettik.
Zeynep Oral, Leyla Gencer’i kolunda Caruso malikânesinin bahçesine getirdi.
Onu ayakta alkışlayan İtalyanlar birbiri peşi sıra övücü konuşmalar yaptılar.
Gencer, mavi parlak kumaştan ceketi içinde son derece zarifti. Törende hiç değilse birkaç Türkün bulunması sanırım onu mutlu etmişti.
Dönüşte Zeynep Oral’dan, operanın en büyük isimlerinden Gencer’in, sanıldığı kadar büyük bir servete sahip olmadığını, son derece mütevazı koşullarda yaşadığını öğrendik.
Yeryüzünün hemen her köşesine ulaşan sesi, ne yazık ki, kendi ülkesinde pek işitilmemişti.
* * *
Şimdi küllerinin serpileceği İstanbul’da ya da onu yetiştiren Ankara’da, anısına bir boş koltuk konulur mu operaya?
Sanmıyorum.
Biz, Muhsin Ertuğrul sahnesini yıkabilmekle meşgulüz hâlâ...
Belki de o yüzdendir, medeniyet savaşında ha bire yenilip durmamız nicedir...
Ne dersiniz?


Can DÜNDAR
 
Üst