Besmelenin Fazileti

Bu konuyu okuyanlar

7/24

Profesör
Katılım
5 Kasım 2007
Mesajlar
3,816
Reaksiyon puanı
51
Puanları
48
Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın " Bismillahirrahmanirrahim " diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası,onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için Allah'a dua ederdi.

Birgün,kadının kocası iyice öfkelenmişti..Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine :
" Şuna bir oyun çevireyimde görsün ; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? " diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı,artık bütün çirkinliğiyle,içinde dolup taşmıştı.

Hanımını çağırdı,ona bir kese altın vererek :
- Bunu iyi sakla !!! diye tenbih etti. Kadında kocasının emri üzerine hemen gitti,besmeleyi çekerek keseyi iyice sakladı. Bu arada kocasıda onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve :
- Sana verdiğim bir kese altını hemen getir. dedi.
Kadın koştu ; keseyi sakladığı yere,
" Bismillahirrahmanirrahim " diyerek elini uzattı.
Tam o anda, Allahu Tealanın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı.
Sonra karısına ;
- Sana çok zulmettim,çok canını yaktım,beni affet. diye yalvarmaya başladı. Allah'a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi ;
- Ya Rabbi ! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, Saliha bir kadını eş olarak verdiğin için,sana hakkıyle şükretmekten acizdim,beni affet Alah'ım...
O saliha kadın ise ;
- Ya Rabbi ! Sana şükürler olsun ki,duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin,diye dua ediyordu.

Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur.
Büyükler demişlerki ; " Sabrın kendisi acıdır,lakin meyvesi tatlıdır."
 

honen

Profesör
Katılım
28 Ekim 2007
Mesajlar
1,259
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
Allah insana hayırlı eş nasip eder inşallah.
Paylaşımın için saol.
 

peynirr

Doçent
Katılım
6 Kasım 2007
Mesajlar
811
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
bunu stv de izlemistim.
besmelemi agzımdan düşürmem :L
 

ihsan719

Öğrenci
Katılım
2 Ocak 2008
Mesajlar
36
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Bana göre Bismillah her hayrın başıdır. her işimize bismillah diyerek başlamalıyız.
 

mehmetduman

Öğrenci
Katılım
20 Ocak 2009
Mesajlar
14
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîym" sözünün kısaltılmış şekli. Hayırlı ve helâl bir işe başlarken, Allah Teâlâ'nın adını anmak ve bu adla işe başlamak anlamına gelir. İslâmiyet'ten önce Araplar, herhangi bir işe başlarken, bağlı bulundukları ilâhlarının adlarını anarak başlarlar, meselâ, Bismi'l-Lat (Lat'ın ismiyle), Bismi'l-Uzza (Uzza'nın ismiyle) derlerdi. Her kavimde buna benzer sözlerin kullanıldığı ve meselâ bir hizmetlinin, âmirinin verdiği bir emri yerine getirirken,
"Bunu falanın adına yapıyorum" demesi âdettendir.
Resulullah (s.a.s.), İslâm dinini tebliğ etmeğe başladıktan sonra, cahiliye Arapları'nın kullandığı sözü değiştirmiş ve, "Ey Allah'ım, senin adınla" anlamına gelen, "Bismike Allahümme" ve "Allah'ın adıyla" anlamına gelen, "Bismillahi" sözlerini kullanmıştır. Ancak Kur'an-ı Kerîm'de Neml suresinin otuzuncu ayeti nazil olduktan sonra besmele son şeklini almıştır. Bu ayette Süleyman (a.s.) tarafından yazılan bir mektup söz konusudur. Mektupta "Bu mektup Süleymandan'dır ve Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla başlamaktadır." denilmektedir. Kısaca besmele dediğimiz ve "Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla" anlamına gelen Bismi'llahi'r-Rahmani'r-Rahim'in Kur'aân-ı Kerîm'den bir ayet, yahut bir ayetin bir kısmı olduğu anlaşılmaktadır.
"İşime, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlıyorum. O'nun emriyle ve O'nun için bu işin başındayım ve O'nun adına teşebbüste bulunuyorum, O'nun emriyle yapıyorum. Çünkü bu başladığım işin tamamlanmasında gerekli olan kuvvet ve kudret O'rıun tarafından bana verilmiştir ve O'ndandır. O bana bu kuvvet ve kudreti vermezse ben bu işi tamamlayamam."
Helâl ve hayırlı bir işe başlarken, Allah'ın adını anmak, her müslümanın üzerinde titizlikle durması gereken görevlerindendir. Kur'an-ı Kerîm'de buna işaret eden pek çok emirler, vardır.
"Atalarınızı andığınız gibi, hatta daha çok Allah'ı anın. " (el-Bakara, 2/200).
"Namazlarınızı kıldıktan sonra, ayakta otururken ve yanlarınızın üzerinde iken Allah'ı anın. " (en-Nisa, 4/103).
"Rabbı'nın adını an. İhlâs ile O'na yönel. " (el-Müzzemmil, 73/8)
"Rabbı'nın adını sabah akşam an" (İnsan, 76/25).
Resulullah (s.a.s.)'den nakledilen bir hadîsde şöyle denilmiştir: "Bismillah ile haşlamayan her ciddi iş noksandır. "
Besmele, Neml suresinde bir ayet olmasına rağmen, gerek Fatiha suresinin, gerek diğer surelerin başındaki "besmele"lerin, o surelerden bir ayet olup olmadığı konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Hatırlanacağı üzere Fatiha suresi başındaki besmele, surenin bir ayetidir. Bu, diğer surelerin başındaki besmele gibi değildir. Berae suresi dışındaki diğer bütün sureler ise besmele ile başlar. Fatiha suresinin ilk ayetinin besmele olduğunu kabul eden Şafiî mezhebi âlimleri ayrı bir besmeleyi öteki surelerde de kabul etmez ve sure başlarındaki besmeleyi sureden sayarlar.
Bilindiği gibi, bugün müslümanların ellerinde bulunan mushaflar, Hz. Osman b. Affân (r.a.) zamanında yazılan, sonra çoğaltılarak çeşitli vilayetlere gönderilen nüshaların kopyasıdır. Bu nüshalarda Berae suresi dışındaki bütün surelerin başına besmele yazılmıştır. Hz. Osman'ın (r.a.) bu işi yaparken, şüphesiz, ne yaptığını çok iyi bildiği ve yazılan mushaf nüshalarına herhangi bir sözün girmemesi için büyük dikkat ve titizlik gösterdiği muhakkaktır. İşte bu görüşten hareketle sure başlarına yazılan besmelenin, ilgili oldukları surelerden bir ayet olması düşünülebilir. Nitekim İmam Şâfiî, bu görüşe kâni olarak, Fatiha suresi başındaki besmelenin bu sureden bir ayet olduğunu söylemiş ve namazda okunmasını farz saymıştır. Diğer sureler hakkında ise, kendisinden, bir defasında, besmelenin surelerden bir ayet olduğu, bir defasında da olmadığı tarzında iki değişik rivayet mevcuttur.
Hanefilere göre, besmelenin mushafta yazılmış olması, onun Kur'an' dan olduğunu işaret eder. Ancak namazda, Fatiha suresinin başında okurken, Fatiha gibi cehren (sesli) okunmaması, besmelenin Kur'an'dan bir ayet olmadığını gösterir. Diğer surelerin başında yer alan besmeleler de böyledir. O halde her sure başındaki besmele, Kur'an'dan bir ayet olsa bile, başında bulunduğu sureden bir ayet değildir. Sadece surelerin arasını ayırmak için, teker teker indirilmiştir.
İmam Mâlik'in bu konudaki görüşü diğerlerinden farklıdır. O'na göre, sure başlarındaki besmele, Kur'an' dan değildir. Bununla beraber yeni bir sureye başlarken her işte olduğu gibi, başlama alâmeti olarak yazılmıştır. Bu sebepledir ki İmam Mâlik, farz namazlarda, Fâtiha'dan önce besmelenin cehren okunmasına karşıdır. Aynı şekilde o, sessiz (sırren) okunmasını da meneder.
Bismillahi'r-rahmani'r-rahim sözü dört kelimeden oluşan bir cümledir. Bunlar: İsim, Allah, Rahman, Rahim kelimeleridir. Ancak isim kelimesinin başına bir "b" harfi getirilmiştir. Bu harf, kendinden önce var olduğu düşünülen bir fiile, sonraki cümleyi bağlamak için kullanılmıştır. 'b' harfinden önce var sayılan fiil başlarım, 'okurum', 'yaparım' olabileceği gibi 'başla', 'oku', 'yap' şeklinde emir de olabilir. Buna göre besmele, bu fiillerden birisinin var kabul edilmesiyle beş kelimeden meydana gelmiş olur.
"(Rahim) ve (Rahman) olan Allah'ın adıyla başlarım" gibi
Besmeledeki ilk kelime olarak görülen isim, bir hususa işaret etmek üzere konulmuş addır. Ahmet, Ali, ağaç, su gibi isimler, özel isim ve cins ismi olmak üzere iki kısımdır. Şahıs isimleri ile yer veya şehir isimleri özel isimdirler. Bu isimler kimin adı ise, hangi yer, şehir, kurumu belirtiyorsa başkalarında bulunmayan, kendilerine özgü özellikleri vardır. Buna karşılık, tahta,masa,ağaç,insan gibi isimler cins ismidirler. Genel bir anlam belirtirler. Bu sebeple "Ahmet" denildiği zaman, onun insan olduğu anlaşılır. Çünkü Ahmet, insan cinsi içinde yer alır. Fakat insan denildiği zaman mutlaka Ahmet anlaşılmaz. Çünkü Ahmet'ten başka insanlar da vardır.
Özel isim olan Ahmet kelimesi ile, cins isim olan insan kelimesi arasındaki bu farklılık, Ahmet'in her insanda müşterek olan sıfatlarla tarifini imkânsız kılar. Meselâ Ahmet, iki eli ve kulağı olan, iki göze ve bir buruna sahip bulunan kimsedir demekle tarif edilmez. Çünkü bunlar, her insanda bulunan uzuvlardır. Bu sebepledir ki, bir kişiye veya bir şeye and olarak verilen özel isim, sadece ona hastır. Ve onu diğer benzerlerinden ayıran özelliklerin alâmetidir. Yine bu sebeple özel isimlerin eş anlamlısı aranmaz. Başka bir kelimeye tercemesi yapılmaz.
Besmele'de yer alan ikinci kelime Allah ismidir. Allah, kendine has doksandokuz sıfatı olan zatın yüce ismidir. Gerçek mabudun adıdır ve özel ismidir. Allah Teâlâ'nın kendine has sıfatlarından bazılarını, Kur'an-ı Kerîm'in aşağıdaki birkaç ayetine işaret ederek gösterebiliriz.
"O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka ilâh yok'tur. O, gizliyi de aşikârı da bilendir. O, esirgeyen, bağışlayandır. O, öyle Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. Hükümrandır. Mukaddestir, selâmdır, mümindir, müheymindir, azizdir, cebbardır. Allah müşriklerin ortak koşmasından münezzehtir. O öyle Allah'tır ki, yaratan, yarattıklarına şekil verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nu tesbih eder. O, hüküm ve hikmet sahibidir. " (el-Haşr, 59/22-24)
İşte Allah, bazılarını işaret ettiğimiz bu ve buna benzer, üstün sıfatları zatında toplamaktadır.
Besmele'de yer alan üçüncü kelime, 'Rahman' kelimesidir. Bu kelime kendinden önce ismi zikredilen yüce zatın sıfatıdır. Yani Allah Teâlâ'nın sıfatıdır. Rahman kelimesi, rahmet kelimesinden türetilmiştir. Rahmet, sözlükte, insan kalbinin bir kimseye acıma ile birlikte meydana gelen bir yakınlık duygusudur ki, bu acıma ile yakınlığın artması ve şiddet kazanması halinde, o kimseye karşı fiilî yardıma dönüşür. Bu sebepledir ki, o kimse hakkında 'çok merhametli' denir. Ancak insandaki bu merhamet duygusunu, Allah Teâlâ'nın merhametini arılamakta bir ölçü olarak kullanmamız mümkün değildir. Çünkü insandaki merhamet duygusu geçici bir haldir. Ancak bir üzülme ve acıma neticesinde ortaya çıkar. Üzülme ve acımanın ortadan kalkması ile merhamet duygusunun da yok olduğu görülür. Allah Teâlâ ise üzülme ve ani olan, sönüp geçen acıma duygusundan münezzehtir. Acıma kelimesindeki insanî haslet geçicidir. Allah Teâlâ bu geçici hasletlerden münezzehtir. Bu sebeple Allah Teâlâ'nın rahmeti, kullarının merhametiyle kıyas olunamıyacak bir üstünlük arzeder ve ezelden ebede, eser ve neticesi nimetler ve bağışlar olarak ortaya çıkan sonsuz bir merhameti gösterir.
İlâhi rahmetin ezelden ebede sonsuzluğu, Allah Teâlâ'nın zatına has olan, zatıyla birlikte kadîm olan irade sıfatının bir sonucudur. Bu kulları için daima hayrı murat ettiğini gösterir.
Allah Teâlâ'nın iradesi, olabilecek veya olmayabilecek her şeyi, irade sıfatının taalluku ile dilediği zamanda ve dilediği şekilde yapması veya yapmaması anlamına gelir. Bir şeyi yapmasında veya yapmamasında, O'nun iradesine dışarıdan tesir edecek, yapmaya zorlayacak veya yapmamaktan vazgeçirecek hiç bir güç yoktur. Allah Teâlâ'nın bu sıfatı, O'nun zatına has bir sıfat olması dolayısıyla, zatıyla kaim ve kadîm bir sıfattır. İşte ilâhî rahmet, böyle bir sıfatın insanların hayrına, yahut iyiliğine ortaya çıkmasını gösterir.
Allah Teâlâ'nın bütün âlemleri, canlı cansız bütün varlıkları iradesiyle yaratması, yaşayışlarını sürdürebilmeleri için çeşit çeşit rızıklar vermesi, bunlar arasında insana ayrı bir mertebe vererek, onu akıl, duygu ve düşünce ile diğerlerinin üstüne çıkarması, kısacası, her şeyi yerli yerinde sevk ve idare etmesi, O'nun sonsuz rahmetinin bir neticesidir.
Rahman, yukarıda da işaret edildiği gibi, rahmet kelimesinden türemiş olup, son derece merhametli, çok rahmet sahibi anlamlarına gelen bir sıfattır. Ancak bu sıfat, ezelî ve ebedî bir rahmeti işaret ettiği için hiç kimse hakkında kullanılmamış, yalnız Allah Teâlâ'ya tahsis edilmiştir.
Rahman kelimesinin diğer bir özelliği de Kur'an-ı Kerîm'de, Allah ismi makamında özel bir isim olarak kullanılmış olmasıdır.
"İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın, hangisi ile çağırırsanız, en güzel isimler O'nundur. " (el-İsra, 17/110).
"Senden evvel gönderdiğimiz resullerimizden sor: Biz, Rahman'dan başkasını ilâhlar yapmış mıyız?" (ez-Zuhruf, 43/45).
"Sen ancak Kur'an'a uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseleri korkutacaksın. " (Yâsin, 36/1 I ).
"(Cennet), görmeden Rahman'dan korkan ve (O'nun tâatına) yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere hastır. " (Kaf 50/33).
"Ey babam, şeytana tapma, Çünkü şeytan Rahman'a çok asi olmuştur. " (Meryem, 19/45).
"Rahman'ın yaratışında hiç bir düzensizlik göremezsin." (Mülk, 67/3).
Mealleri zikredilen bu ve sayıları elliye varan diğer ayetlerde Rahman' kelimesinin Allah'a has ve Allah ismine eşit bir anlamda nasıl kullanıldığı açıkça görülmektedir. Bu sebepledir ki, Rahman özel bir isimdir. Ve diğer özel isimler gibi herhangi bir dile terceme edilemez.
Besmele'de de görüldüğü gibi, Rahman kelimesi, Allah Teâlâ'nın sıfatı olması ve ezelden ebede O'nun sonsuz rahmetine delâlet etmesi dolayısıyla, kapsamı geneldir. Yani gözle görülsün veya görülmesin, yoktan var edilmiş veya yaratılmış her ne varsa, hepsi de Rahman'ın eseri neticesidir. Bu rahmetin dışında kalmış hiç bir varlık düşünülemez. Bu bakımdan her şeyin vücut buluşu, ortaya çıkışı, veya yaratılışı kesbî değil, vehbîdir, irâdî değil cebrîdir, Rahman'ın eseridir. İşte bundan dolayıdır ki "Allah Teâlâ, dünya ve ahiretin Rahmanı'dır" denilmiştir.
Allah Teâlâ, hiç bir şeyi sebepsiz ve kıymetsiz yaratmamış, yarattıklarını başı boş bırakmamıştır. Rahmet-i Rahman'ın bir eseri olarak insanı yarattığı zaman, ona kendi iradesinden bir de irade ihsan etmiş; böylece insanın kendi irade ve ihtiyariyle çalışıp kazanmasını ve değişip gelişmesini sağlayacak yolu göstermiştir. Zira insana çalışmakla tembelliği, ilim ile cehaleti, hak ile haksızlığı, adalet ile zulmü, şükür ile nankörlüğü, itaat ile isyanı, iman ile küfrü, kendisini dünya ve ahiret saadetine kavuşturacak doğru yol ile hüsrana götürecek eğri yolu biribirinden ayırt etmesini sağlıyacak bir akıl vermiş; aklını kullanıp doğru yolu bulana rahmetini artıracağını; akılsız davranıp eğri yolu seçeni bu rahmetten mahrum bırakacağını, üstelik akılsızlığının cezasını çok ağır bir şekilde ödeteceğini bildirmiştir.
İşte, Allah Teâlâ'nın, Rahman sıfatının bir eseri olarak, âlim, cahil, çalışkan, tembel, haklı, haksız, adil, zalim, mutî, âsi, mümin, kâfir ayırımı yapmadan herkese ve her yarattığına teşmil ettiği rahmetine ilâve olarak; sadece, âlime, çalışana, haklıya, adile, mutîye, mümine hasılı kendi iradelerini Allah'ın iradesiyle ahenk içerisinde tutabilen herkese ihsan ederken diğerlerini mahrum bıraktığı rahmeti, O'nun Rahîm sıfatının icabıdır. Bu Rahîm sıfatı, besmelenin dördüncü kelimesi olarak yer almıştır. O halde bunu kısaca ifade etmek gerekirse; başlangıçta çalışana ve çalışmayana bakmadan, onu vücuda getirerek öylece idare etmek, Allah Teâlâ'nin Rahman sıfatının eseri iken, sonradan çalışana çalıştığının semeresini vermek de O'nun Rahîm sıfatının sonucudur. Bir başka ifadeyle denebilir ki, insan istese de istemese de, kendisine vücut verilmiş ve bunun bekâsı için gerekli nimetler ihsan edilmiştir. Bu, ezelden ebede Rahman olan Allah Teâlâ'nın rahmetidir. Fakat insan, Allah Teâlâ'nın irade ve ihtiyarını temsil etmek ve O'na yakınlaşarak rızasını kazanmak için yaratılmıştır. Bunun için kendisine irade ve akıl verilmiştir. Bunları doğru yolda kullanarak rızasını kazanan insan, Allah Teâlâ'nın mükâfatına nail olur. Doğru yoldan sapan ise bundan mahrum olur. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın Rahîm sıfatından yayılan rahmetidir. Bu sebeple denilir ki "Allah Teâlâ, ahiretin Rahîmidir. Yani ahiret günü bütün müminlere rahmeti ile muamele eder."
Allah Teâlâ'nın Rahman sıfatı, kendisine has zât sıfatı olduğu halde; Rahim sıfatı, kendi iç güdüleri veya iradeleriyle hareket eden yaratıklara bir nebze olsun bahşedilmiş bir sıfattır. İnsanların kendi yavrularına veya biribirlerine besledikleri şefkat ve merhamet dolu yardım duygusu, yahut bir kuşun, yavrusu başında kanat çırpışı, sahip oldukları bu rahîm sıfatının bir eseridir. Bundan dolayı insanın, Allah Teâlâ'nın zatına has olan Rahman sıfatıyla nitelendirilmesi mümkün olmadığı halde rahîm sıfatıyla nitelendirilmesi mümkün olabilir. Nitekim bir kimse hakkında çok merhametli anlamına rahîm denilmesi bundandır.

http://www.superbilgiler.com/content/view/16823/362/
 

engin azaklı

Asistan
Katılım
25 Ekim 2008
Mesajlar
330
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
RAHÎM
RAHÎM



Çok merhametli, merhamet olunan; "rahmet, merhâmet ve ruhm" mastarından ism-i fail ve ism-i mef'ûl anlamlı bir sıfat. Kök anlamı, acımak, merhamet etmek ve bağışlamak demektir. Rahîm'in çoğulu "ruhamâ"dır. Merhamet, iyilik ve nimet anlamına da gelir. Aynı kökten "rahman" sözcüğü de merhameti bol olan demektir.

"Rahîm" ve "Rahman" isimleri Cenab-ı Hakk'ın esmâ-i husnâsındandır. Esmâ-i husnâ; en güzel isimler anlamına gelir ki, Yüce Allah kendisini bu nitelikteki isimlerle isimlendirdiğini Kur'an'da çeşitli yerlerde açıklamıştır (bk. el-A'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/110; Tahâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Bu isimlerin sayısı 99 olup, başta "Allah" lafzı gelir. Allah'a bu güzel isimlerle dua edilmesi, duanın kabulüne sebep olur. Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin� (el-A'râf, 7/180).

Kur'an-ı Kerim'in 115 ayetinde büyük çoğunluğu çok bağışlayıcı anlamına gelen "gafur" sıfatı ile birlikte olmak üzere "rahîm" sıfatı kullanılmıştır. Bu da Cenab-ı Hakk'ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğunu gösterir. Dört ayette de "erhamü'r-râhimîn (merhametlilerin en merhametlisi)" tamlaması kullanılmıştır.

Allahu Teâlâ'nın rahmân ve rahîm sıfatları her ikisi de "rahmet" mastarından türemiş olmakla birlikte, aralarında anlam farkları vardır. Rahman sıfatı Kur'an'da 57 ayette geçmektedir. Bunlardan beş ayette rahman ve rahîm birlikte zikredilmiştir (bk. M. Fuad Abdülbâkî, el-Mu'cemul-Müfehres Li Elfazıl- Kur'anil-Kerim, "Rahman" ve "Rahim" maddeleri).

Bir ayet olan, Tevbe suresi dışında bütün süre başlarında tekrarlanan ve her meşrû işe başlarken söylenmesi İslam'ın esaslarından olan "Besmele" de her iki sıfat zikredilmiştir. Bismillahirrahmânirrahîm'in anlamı; "Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adı ile başlarım" demektir. Kur'an-ı Kerim'de Sebe' hükümdarı Belkîs'e, Süleyman peygamberin gönderdiği hak dine çağrı mektubundan söz edilirken şöyle buyurulur: "O mektup şüphe yokki Süleyman'dandır ve Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adı ile (başlamaktadır)" (en-Neml, 27/30). Bu iki sıfat arasındaki farkları şöylece belirtebiliriz.

Rahmân sıfatı ezelle, rahîm sıfatı ise daha çok ebedle ilgilidir. Bu yüzden Yüce Allah için dünyanın rahmanı, fakat ahiretin rahîmidir, denilmiştir. Bunun anlamı şudur: Cenab-ı Hakk'ın varlıkları yaratması, onları yaşatması, insanlar arasında mümin-kâfir, âdil-zalim, çalışkan-tembel ayırımı yapmaksızın hepsine rızıklarını vermesi, çalışma ve gayretlerinin semerelerini ihsan etmesi, Rahman sıfatının tecellisidir. Küfre, zulme, şerre ve kötülüklere müdahale etmeksizin akıl ve irade-i cüz'iyyenin kullanılmasına fırsat verilmesi, ehl-i küfrün çalışmalarının karşılığını dünyada tam olarak görmesi hep bu sıfatın bir sonucudur.

Rahîm sıfatının tecellileri ise daha çok ahirette görülecek, Cenab-ı Hakk'ın oradaki ikram ve ihsanları müminler için olacaktır. Pek çok ayette Rahîm sıfatı zikredilerek, Cenab-ı Hakk'ın müminleri bu sıfatla bağışlayacağı belirtilmiştir. Bazı ayetler şunlardır: "Fuhuş yapıp, sonra bu fuhuşlarından vazgeçen erkek ve kadınlar için şöyle buyurulur: "Şüphesiz Allah tevbeleri en çok kabul eden ve en çok merhamet edendir" (en-Nisâ, 4/ 16). Şu ayetlerde günahkâr müminlere yönelik genel rahmeti görmek mümkündür: "Onlar, Allah ile birlikte başka bir ilâha tapmazlar. Haksız yere, Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet günü de azabı kat kat arttırılır ve orada hor ve hakîr sürekli bırakılır. Ancak pişmanlık duyup imanını yenileyen ve iyi işler işleyenler müstesnadır. Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. Yine kim tövbe edip, güzel amel yaparsa, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner" (el-Furkân, 25/68-71);

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kimi dilerse bağışlar kimi dilerse azaplandırır. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir" (el-Feth, 48/14). Şu ayette rahîm sıfatıyla müminlere merhamet açıkça görülür:

"O, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için üzerinize melekleriyle birlikte rahmetini gönderir. Allah mü'minlere çok merhamet eden (rahîm) dir" (el-Ahzâb, 33/43).

Hz. Peygamber'in hadislerinde de Cenab-ı Hakk'ın rahmet sıfatı açıklanmış, O'nun kullarına ve bütün yaratıklara olan merhametine yer verilmiştir. İnsanlarda ve bütün canlılarda bulunan acıma, merhamet duygusunun Allah'ın rahmân sıfatından bir cüz olduğunu Allah elçisi şöyle ifade buyurmuştur: "Şüphesiz acıma, merhamet duygusu Rahmân'dan bir cüzdür" (Buhârî, Edeb,13; Tirmizî, Birr, 16; Ahmed b. Hanbel, I,190, 321, II, 295). Başka bir hadiste rahmetin bütün yaratıkları kapsamak üzere Arş'ta asılı bulunduğu belirtilir (Müslim, Birr,17 ; Ahmed b. Hanbel, II,163, 190). Bir hadis-i kudside; "Şüphesiz rahmetim gazabımdan öne geçmiştir" (Buhârî, Tevhîd, 15, 22, 28, 55, Bedül-Halk,I; Müslim, Tevbe,1416; Tirmizî, Daavât, 99).

Diğer yandan insanların merhametli davranışının Cenab-ı Hakk'ın da merhametine sebep olduğu şöyle ifade buyurulur: "Güçsüzlere merhamet edenlere Rahman olan Allah da merhamet eder" (Ebû Davûd, Edeb, 58; Tirmizi, Birr, 16); "Allah insanlardan ancak merhametli olanları başışlar" (Buhârî, Cenâiz, 32, Eymân, 9, Tevhîd, 25; Müslim, Cenâiz, 9, 11; Ebû Dâvud, Cenâiz, 24); "Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz" (Buhârî, Edeb, 18,27; Müslim, Fazâil, 65; Ebû Dâvud, Edeb, 145).

Hamdi DÖNDÜREN......şamil islam ansiklopedisi
 

wenus

Asistan
Katılım
14 Haziran 2009
Mesajlar
126
Reaksiyon puanı
3
Puanları
0
Mevlüt Özcan

araştırmacı yazar-Milli Gazete-



Dünyaya henüz yeni geliyorduk ki, ebe hanım annemiz, ilk insan eli olarak bize elini değdirip avuç içlerine minnacık bedenimizi avuçlarken Bismillahirrahmanirrahîm dedi sevinçle.

Kulaklarımız ilk defa bu sesi duydu.
Göbeğimizi kesti şefkat eliyle yine Besmele'yi çekerek.
İlk suyu bedenimizi yıkamaya dökerken hep Besmele'yi tekrar ediyordu.

İlk giysilerimizi Besmele çekerek giydirdi.
Sırtımız yatağa yine Besmele ile değdi.
Görenler hep "maşaallah" dediler, ellerini bedenimize değdirirken herkes hep Besmele çektiler.

Anacağım ilk dünya rızkımı minik dudaklarımın arasına akıtmak için göğsünü yanaklarıma değdirirken söylediği o Bismillahirrahmanirrahîm sözünü hiç unutamıyorum. Bu sözü duyduğumda hep anacığımın o ilk Besmele'si kulaklarımda çın çın çınlar.

Hiç düşündünüz mü? Analarımız bizi büyütünceye kadar kaç miyon kere Bismillahirrahmanirrahîm demişlerdir acaba!

"Ana gibi yâr olmaz" sözünün de herhalde kaynağı bu sözdür.

Analarımız her güzel işe Besmele ile başlamayı öğrettiler bize.

"Besmelesiz başlayan işlerin sonu nereye varırsa varsın hiç iyi değildir" diye telkin ettiler hep.

Biz böyle büyüdük.

* Akşam yatarken,
* Sabah kalkarken,
* Yemek yerken,
* Su içerken,
* Elbise giyerken,
* Okula giderken,
* Eve girerken,
* Evden çıkarken,
* Çay içerken...
Hep önce "Bismillahirrahmanirrahîm" dedik.
Önceliğimiz Besmele idi.
Anlıyacağınız Besmele "İlk işimiz"di.

Büyüklerimizin dilinden Besmele'yi duyunca öylesine ferahlardık ki, anlatamayız.

Hiç unutamayız: En güzel, en güncel, en kalıcı şeyleri bizler Besmeleli ağızlardan öğrendik.

Fırıncı amcalar küreklerinin üzerine ekmekleri dizerlerken her bir ekmek için Besmele çekerlerdi. Besmele kokardı o eski esmer ekmekler. O fırıncı amcalar neredeler şimdi? Kalfalarına, çıraklarına Besmele'yi hiç mi öğretmediler acaba? Çünkü şimdi ekmeklerimizde Besmele kokmuyor, bereket olmuyor. O lezzeti şimdiki ekmeklerimizden alamıyoruz. Herşey naylonlaştı.


Öğretmenlerimiz derse girerken selâm verirlerdi. Selâm sonrası da Besmele çekerek derse başlarlardı.

Şimdilerde derse başlamadan önce Besmele çeken kaç öğretmenimiz var dersiniz!

Hayatımızın her hayırlı anında Besmele vardı.
Besmelesiz kalkan ziyanla oturur.
Besmelesiz oturup kalkanlar yıllarını hep ziyanla geçiriyorlar.
Besmele ile oturup kalkıldığı yıllarda Ümmet-i Muhammed'in kafası hep dikti.

Bu millete, Müslüman olan insanlara Besmele'yi unutturdular.

Sistemleriyle, maarifleriyle, taharetsizleriyle, aydıncık tosunlarıyla, televizyonlarıyla, gazeteleriyle, mecmualarıyla, televizyon dizileriyle... unutturdular.

Selamsız, sabahsız, edebsiz, hayasız türedi bir nesil oluşturdular.

Böyle olunca da öteki Besmelesizler "biz"leri başımıza çuval geçirip zindanlara tıkıyorlar. Besmele'den kaçanların âhir ve âkıbetleri el âleme el açmak olur. Böyleleri el âleme el aça aça yorgun düştüler. Rezil ve rüsvay oldular. Daha da olacaklar.
Besmele'den kaçık yok.

Bütün yapraklar, çiçekler, böcekler, sinekler, inekler, yağmur taneleri, kar lapaları Besmele ile bize gülümsüyorlar.

Hadi bakalım: Kainattaki bütün zerreler sayısınca gelmiş-geçmiş varlıklar adedince hem de ezelden ebede kadar hep söyliyelim Bismilahirrahmanirrahîm...
 

wenus

Asistan
Katılım
14 Haziran 2009
Mesajlar
126
Reaksiyon puanı
3
Puanları
0
Bismillahirrahmanirrahim



Hud / 41. (Nuh) dedi ki: "Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir."


Neml / 30. "Mektup Süleyman'dandır, rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla (başlamakta) dır."


Maide / 4. Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helâl kılınmıştır. Allah'ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın (besmele çekin). Allah'tan korkun. Allah'ın hesabı pek çabuktur.


En’am / 118-119. Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine O'nun adı anılarak kesilenlerden yeyin. Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu bir çokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.


HADİS-İ ŞERİF


* Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizden kim bir şey yerse "Bismillah (Allah'ın adıyla)" desin. Bidayette söylemeyi unutmuşsa, sonunda şöyle söylesin: "Bismillahi fi evvelihi ve âhirihi (başında da sonunda da Bismillah)."


* Hazreti Ebu Musa (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğ ne göre: Kızlarına, kurbanlarını kendi elleriyle kesmelerini, ayağını kurbanın boynuna basmayı, keserken tekbir getirip besmele çekmeyi tenbih etmiştir. "


* İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) demiştir ki:"(Hayvanı keserken) besmele çekmeyi bir kimse unutmuşsa bunun bir mahzuru yoktur. Ancak kasden terketmiş ise, kesilen yenilmez."


* Hazreti Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm)'a soruldu: "Halk bize et getiriyor, kesilirken besmele çekilip çekilmediğini bilmiyoruz, ne yapalım?" "Siz besmele çekin, yiyin!" cevabını verdi."


* İbnu Abbas (radıyallâhu anhüm ) anlatıyor: "Resülullah (âleyhissâlâtu vesselâm) buyurdular ki: "Suyu deve gibi bir solukta içmeyin. İki-üç solukta (dinlene dinlene) için. Su içerken besmele çekin. Bitirince de Allâh'a hamdedin."


* Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Abdesti olmayanın namazı da yoktur. Üzerine besmele çekmeyenin abdesti yoktur."


* Ümmeyye İbnu Mahşiyy radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm otururken bir adam besmele çekmeden yemek yiyordu. Yemeğini yemiş, geriye tek lokması kalmıştı. Onu ağzına kaldırırken: "Bismillahi evvelehu ve ahirehu" dedi.

Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm güldü ve: "Şeytan onunla birlikte yemeye devam etti. Ne zaman ki Allah'ın ismini zikretti, karnındakileri hep kustu!" buyurdu."


* Bilal İbnu Rabâh radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana, Müzdelife vakfesinin sabahında: "Ey Bilâl! Halkı sustur -veya Halkı dinlet!" buyurdular.

Sonra halka şu hitabede bulundular: "Allah Teâla hazretleri, şüphesiz, şu Müzdelife'nizde, sizlere iyilik ve ihsanda bulunarak, günahkârlarınızı, hayır sahipleriniz hatırına bağışladı. İyilerinize dilediğini verdi. Öyleyse Allah'ın adıyla (buradan Mina'ya) hareket edin!"


* Safvan İbnu Assâl radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm beni seriyyede savaşa gönderdi. (Yola çıkarken) şu talimatı verdiler: "Allah'ın adıyla, Allah yolunda yürüyün. Allah'ı inkâr edenlerle savaşın. İşkence yapmayın, (ahidde bulunduğunuz taktirde) ahdinizi bozmayın, çocukları öldürmeyin."
 
Üst