"Rüzgar Gibi" geçen 11 Türk Romanı II: Tutunamayanlar

too_late

Profesör
Katılım
2 Mart 2007
Mesajlar
2,494
Reaksiyon puanı
4
Puanları
38
"Rüzgar Gibi" geçen 11 Türk Romanı II: Tutunamayanlar
kitap
Modern Türk Edebiyatı' nın en önemli eserlerinden birisi. Kullanılan dil ve anlatım şekli itibariyle edebiyatta bir devrim olarak kabul ediliyor.




"Rüzgar Gibi" geçen 11 Türk Romanı II: Tutunamayanlar


Tutunamayanlar, Oğuz Atay'ın ilk romanı. 1970 yılında TRT Roman Ödülü'nü kazandı.

Çoğu yazar ve okuyucuya göre Modern Türk Edebiyatı' nın en önemli eserlerinden biridir. Kullanılan dil ve anlatım şekli itibariyle edebiyatta bir devrim olarak kabul edilmektedir. Berna Moran, bu kitabı hem içerik hem de biçimsel özellikleri bakımından Türk edebiyattında yepyeni bir evre olarak değerlendirmekte, Jale Parla ise Don Kişot'tan Günümüze Roman adlı çalışmasında modern ve postmodern roman bağlamında Atay'ın ve Tutunamayanlar'ın yerini belirtmektedir.

Selim Işık'ın intihar ettiğini öğrenen Turgut Özben, ihmal ettiğini düşündüğü arkadaşının geçmişinin izini sürmeye ve Selim'in tanıdığı insanlar aracılığıyla onu tanımaya çalışır. Her insana farklı bir yönünü gösteren Selim'in görüntüsü, Turgut'un bu insanlarla konuşması sonucu okuyucunun ve Turgut'un gözünde netlik kazanacaktır.

Yıldız Ecevit'in yazdığı Ben Buradayım... adlı Oğuz Atay biyografisinin ardından, romanın pek çok otobiyografik öğe taşıdığı anlaşılmıştır.

Oğuz Atay, 20 Ocak 1974′te Günlük‘üne -babasına yazacağı bir mektuba hazırlık niyetiyle- şu notları düşmüştü:

Bugünlerde ilgi duyduğum, sevdiğim kimselerin yaşantılarının unutulup gitmesine karşı duyduğum tepki gittikçe büyüyor. Onların nerelerde anlatılacağını düşünüyorum; hemen hepsi önemsiz sayılan kişiler. Ne savaşlarda kahramanlıklar yapmışlar, ne de ondan sonra bu başarılarının üstüne oturup çiftlikler kurmuşlar. Kimsenin doğru dürüst bir şey bilmediği bu ülkede belki ordan burdan bir şeyler makaslayarak eserler verselerdi, iyi kötü bir ansiklopedide iki üç satırla anılmaları işten bile değildi. […] Bu nedenle babacığım, günün birinde göreceksiniz bu ansiklopediyi tek başıma yazacağım. Buna benzer denemelerim oldu; ama onlar senin deyiminle “uydurma” şeylerdi; annemin seyrederken ağladığı filmler ya da okurken duygulandığı romanlar gibi “hepsi uydurma”.

Oğuz Atay’ın romanlarında modernleşme ya da Batılılaşma meselesinin işlenişinde seçilen yol, bizzat aydın kimliğinin kendisinin sorunsallaştırılması olmuştur. Selim Işık, kendi sorduğu “Ne yapmalı?” sorusunu yine kendisi şu şekilde cevaplayarak, aynı zamanda Atay’ın “misyon” ve “kişilik” kavramları arasındaki ilişkiye yaptığı vurguyu da dillendirir:

Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için. Topluluğun eylemine engel olabilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek güçte olmadığımı seziyorum. Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.

***

"Aramızda bulunması bizlere şeref verecek olan dostum, ülkemizin gerçek
sahibidir. Bu dünyaya ikinci gelişinde, beyaz bir ata binmiş olarak aramızda
görünecektir. İlk gençliğinde, bu sokaklarda çok dolaşmış, bazen bir türlü
içeri giremeyerek dönüp gitmiştir. Bazen de, bu ve bunun gibi salonlarda
saatlerce oturarak, onu anlayacak duygulu bir kalbi boşyere beklemiştir.
İkinci gelişinde, bu sokak zafer taklarıyla donatılacaktır. Bütün kapılar
defne dallarıyla süslenecektir. O gün resmi tatil olacak ve kızlar müşteri
kabul etmeyerek, ellerinde bayraklar, pencerelerde, yarı bellerine kadar
sarkmış, bekleyeceklerdir. Polisler, en iyi üniformalarını giyerek asayişi
temin edeceklerdir. Çünkü, o kadar kalabalık olacak, o kadar kalabalık
olacaktır ki üç gün öncesinden ayırtmaya kalksanız bile hiç yer
bulunamayacaktır. Yalnız, karaborsacılara müsamaa edilmeyecektir. Çünkü o,
öyle isterdi. Sokak bir gün önceden süpürtülecek; çöpçüler de onu, ellerinde
süpürge sopaları, hazırol vaziyetinde bekleyeceklerdir. Safter bile o gün
için, terliklerini çıkararak ayakkabılarını giyecektir. Bütün müşteriler de,
kapıların dışında, bayramlıklarını giymiş olarak elele tutuşacaklardır."

Kızlardan biri hıçkırmaya başladı. Bir müşteri: "Hangi bayram?" diye sordu
arkadaşına. Metin, anlamadan bakıyordu. Turgut devam etti:

"Kurtuluş bayramının kerhane bölümü. Bütün bayram törenlerinde olduğu gibi,
onun da gelişi biraz gecikecektir. Sokakta sabırsızlık son haddine varacaktır.
Polisler, halkı zaptetmekte güçlük çekeceklerdir. Herkes, onu ilk gören olmak
hırsıyla, sokağın girişine yığılacaktır." Aynı müşteri homurdandı: "Ne gelmek
bilmez adammış." Arkadaşı onu susturdu: "Adam nutuk veriyor, görmüyor musun?
Kes sesini." Turgut, kendini kaptırarak, bağırır gibi konuşmaya başladı:

"Fakat o gelecektir. Birinci gelişinde ona kötü muamele yapanlar
utanacaklardır. O, üstünde şimdiye kadar görülmemiş bir üniformayla beyaz
atına biraz çarpık olarak binmiş bir vaziyette sokağın başında görünecektir.
İşte o zaman kıyamet kopacaktır."

Sustu. Geveze müşteri sordu: "Hangi kıyamet?" Turgut, son derece ciddi
karşılık verdi: "Büyük kıyamet" Yavaş yavaş merdivenlerden indi.

(...)

"Geliyor!" diye bağırdı. Kumarcılar büyük bir paniğe kapıldılar: Safter,
aceleden, zarları ağzına attı. Kızlardan biri örtüyü telaşla çekti: oyuncular
daha paralarını almaya fırsat bulamadıklarından, bir kısmı ortalığa saçıldı.
Biri ışığı yaktı. Safter heyecanla sordu: "Kim geliyor? Nereden?" Zarları
ağzından çıkardı, yanındaki büfenin çekmecesine soktu. "O geliyor, duymadınız
mı? Sesleri, gürültüyü işitmediniz mi? Tozu dumana katmış geliyor. Uyuyor
musunuz? Dışarıda kıyamet kopuyor." Safter, rahat bir nefes aldı, cebinden
paraları çıkardı, bir kısmını ayırıp Turgut'a uzattı: "Hay Allah, korkuttun,
bey. Böyle şaka olur mu?" Kazancının bir kısmını karanlıkta kızlara kaptıran
uzun boylu: "Olur mu böyle iş? Aklımız başımızdan gitti," diye homurdandı.

"İkinci gelişini size haber vereceğimi söylememiş miydim? Ayrıca, artık
ülkesinin sınırları içinde kumar oynanmasını istemiyor. Hiçbir şeyin talihe
bırakılmasına razı değil artık. Kaderin ağlarını parçalamaya geldi. Onu
anlatabilmek için bana içki verin. Boğazım kurudu." Sehpanın üstünde duran
konyak şişesini kaptı, son yudumuna kadar içti. Gözleri bulanıyor, başı
dönüyordu. Gürültüden uyanan Metin, yanına geldi; uykulu ve yorgun bir sesle:
"İçmekten harap oldun. İstersen gidelim," diye mırıldandı. Turgut sallandı,
kolunu Metin'in omzuna dayayarak dengesini buldu, yutkundu, serbest kalan
kolunu sallayarak konuşmasına devam etti:

"Kendisi, çalışmaya katiyen taraftar değildir. Bizler gibi intikamcı da
değildir. Fakat istese de istemese de, önünde ona yol açmak için giden
atlılar, kötüleri cezalandıracaklardır." Dizlerinin üstüne çöktü Safter'in
yardımıyla, Metin onu ayağa kaldırdı. Lavaboya götürdüler, başını yıkadılar,
kızlardan biri kolonya koklattı. Başını kaldırdı, kendisini tutanları iterek
merdivenin korkuluğuna tutundu. Bir elini uzatarak yumruğunu sıktı:

"Fakat ben, kuvvetli kollarımla bu atlıları durduracağım. Onun
yeryüzündeki kılıcı benim. Benden başka kimse, onun adına hareket edemez.
Atların önüne kendimi atarak onları durduracağım." İleri fırlamak için yorgun
bir hareket yaptı: Safter'le Metin onu tuttular.

"Onu gülünç duruma sokanları rezil edeceğim. Ona vuranları parçalayacağım.
`İntikam Kılıcı'nda baş rolü oyanayacağım. Onu tanıyanları, onu ezenleri, hor
görenleri, yakınlık göstererek eziyet edenleri, saklandıkları deliklerden bir
bir çıkararak kahredeceğim. Evleri, meyhaneleri, parkları, kerhaneleri,
sokakları, müzeleri, arabaları altüst ederek onları teşhir edeeceğim.
Bazılarının açıkça üstüne gideceğim, bazılarına kurnazca yaklaşacağım:
tabiatın bana verdiği bütün ustalıkları, bütün marifetleri, bütün maddi ve
manevi kuvvetleri seferber edeceğim. Bu uğurda bütün nimetleri terkederek
gerekirse.." Soluksuz kaldı, tükürüğünü yuttu, çenesini oynattı. Kısa boylu
müşteri mırıldandı. "Durdurmaya imkan yok. Adam deli dervişler gibi azdı.
Böylesinin ne işi var kerhanede?"

Turgut, yatışmaz bir deniz gibi, küçük kıpırdanmalarla birden temposunu
değiştirdi:

Ben bunlarla uğraşırken, beyaz atlı prensiniz size rahatlık dağıtacak.
Hani sinemalarda, reklam filmlerinde, kendi kendine pişen yemekler, ipe
dizilen çamaşırlar, banka kasalarından kalkıp cebinize giren paralar var ya,
onun gibi olacak işte. İnsanlar gibi eşya da halden anlayacak; insana karşı
kör ve anlamsız direnmeden vaz geçecek. Çok sıkılırsan, oturup masanla bir
çift laf edebileceksin." Grand Mama: "Desene hepimiz ecinni tayfası gibi
olacağız yani." Turgut bütün dişlerini göstererek güldü. Yaramaz bir çocuk
gibi. Safter'le Metin'in kollarından kurtuldu, divanda okşadığı kıza yaklaştı.
Yumuşak ve hükmedici bir sesle: "Haydi yavrum, oyun bitti," dedi. "Sen yukarı
çık, yatağı biraz serinlet. Biraz nefes alır almaz ordayım." Koltuğa çöktü.

(...)

Merdivenleri çıktı, kapısı açık duran ışıklı odaya girdi. Beyaz
çarşafların ortasında yatan soluk kadına baktı. Bir an odanın ortasında
hareketsiz durdu; elini göğsüne götürdü, gömleğinin düğmelerini çözmeye
başladı. Toplar atılsın: zaferimizi göklere ilan etsin.

Kaynak : http://www.barbuni.com/index.php?cmd=7&textID=6875
 

Felagund

Profesör
Katılım
23 Nisan 2009
Mesajlar
1,085
Reaksiyon puanı
15
Puanları
38
yerli yazarlardan pek takip etmem ama bu kitaba başladım bitiremedim ankaralı mesut beyden sonra bıraktım okumayı biraz sıkıldım.
 

beyrezan

Öğrenci
Katılım
3 Ocak 2009
Mesajlar
35
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
ben tutunamayanları okudum ama sıkılarak. yani okumuş olmak için okudum ve pek bişi anlamadım.:)
 
Üst